Kategoriler
Tarih

Eski Türk Devletlerinde Akrabalık ve Dostluk İlişkileri

Eski Türk devletlerinin sosyal yapısını anlamak, onların nasıl bu kadar dayanıklı, göçebe ve aynı zamanda karmaşık bir örgütlenme içinde var olabildiklerini kavramakla mümkündür. Bu yapının temelinde ise, son derece güçlü ve anlam yüklü akrabalık ve dostluk ilişkileri yatar. Bu ilişkiler, sadece bireyleri birbirine bağlamakla kalmamış, aynı zamanda devletin siyasi, askeri ve ekonomik mekanizmasının da işleyişine rehberlik etmiştir.

Akrabalık Bağlarının Sosyal ve Siyasal Önemi

Eski Türk toplumunun çekirdeğini aile (oguş) oluştururdu. Ailelerin birleşmesiyle urug (aşiret, klan), urugların birleşmesiyle de boy (kabile) meydana gelirdi. Boyların birleşmesi ise nihayetinde budun (millet) ve il (devlet) yapısını ortaya çıkarırdı. Bu hiyerarşik düzende, en küçük birim olan ailenin sağlamlığı, en büyük birim olan devletin de sağlamlığının garantisiydi.

Kan bağına dayalı akrabalık (hısımlık) eski Türkler için kutsal sayılırdı. Soyun devamlılığına büyük önem verilir, bu da “soyu sopu belirsiz” olmanın ağır bir eksiklik olarak görülmesine neden olurdu. Ünlü Türkolog Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun da belirttiği gibi, Türklerde “aile” ve “soy” anlayışı, toplumsal kimliğin ve aidiyetin temel dayanağıydı.

Akrabalık ilişkileri sadece biyolojik bir bağ değil, aynı zamanda hukuki bir yükümlülükler ağıydı. Aile üyeleri birbirlerine karşı sorumluydu. Bu, özellikle diyet (kan parası) uygulamasında kendini gösterirdi. Bir kişi öldürüldüğünde, suçlunun ailesi kurbanın ailesine belirli bir mal veya para vermek zorundaydı. Bu uygulama, kan davalarının önüne geçmek ve toplumsal dengeyi sağlamak için hayati bir işleve sahipti. Aile, bireyin hem koruyucusu hem de onun eylemlerinden sorumlu olan birimdi.

“And İçmek” ve Kan Kardeşliği: Dostluğun Kurumsallaşmış Hali

Eski Türk toplumunda akrabalık kadar önemli bir diğer bağ da dostluk ve bunun en üst derecesi olan and içme ve kan kardeşliğiydi. Türkler, kan bağı olmayan kişilerle de güçlü, neredeyse ailevi bağlar kurabiliyorlardı. Bu ilişkiler, resmi bir törenle pekiştirilir ve toplum nezdinde kabul görürdü.

And içmek (ant işmek), iki veya daha fazla kişinin hayatlarını, mallarını ve kaderlerini birbirine bağlayan yeminleşme biçimiydi. Bu yemin, sıradan bir sözleşmeden çok daha öte, kutsal ve ölünceye kadar bozulmaz bir bağdı. Orhun Yazıtları’nda Bilge Kağan, kardeşi Kül Tigin için “Babam kağan öldüğünde küçük kardeşim Kül Tigin yedi yaşında kaldı… Küçük kardeşim Kül Tigin ile konuştuk. Babamızın, amcamızın kazandığı milletin adı sanı yok olmasın diye Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım.” sözleriyle aslında sadece bir kardeşlik değil, aynı zamanda millet için verilmiş bir söz ve andı anlatır.

Kan kardeşlik (andaslık) ise daha da derin bir ritüeldi. İki kişi, birbirlerinin kanını içerek veya kanlarını karıştırarak artık aynı soydan geldiklerini simgesel olarak ilan ederlerdi. Bu ritüelden sonra, kan kardeşler birbirlerinin ailelerine dahil olur, mirastan pay alır ve savaşta en ön safta yan yana çarpışırlardı. Bu bağ, gerçek kardeşlik bağından farksız, hatta bazen daha da güçlü kabul edilirdi. Destanlarda, özellikle Manas Destanı’nda bu tür kan kardeşliği örneklerine sıklıkla rastlanır.

Sosyal Dayanışmanın Zemini: Akrabalık ve Dostluk

Bu güçlü bağlar, göçebe yaşamın zorlu koşullarında ve sürekli devam eden savaş ortamında hayatta kalmanın en önemli şartıydı. İnsan, akrabasının ve and içtiği dostunun sırtını kollayabileceğinden emin olmak zorundaydı. Bu sistem, bireyciliğe izin vermeyen, kolektif bir dayanışma toplumu yaratmıştı.

Toy (şölen) ve yuğ (cenaze töreni) gibi toplumsal etkinlikler, bu bağları pekiştiren en önemli fırsatlardı. Bu törenlerde bir araya gelen boylar ve aileler arasındaki ilişkiler güçlenir, dostluklar tazelenir, ittifaklar kurulurdu. Ölüm bile bu bağları koparmazdı. Ölen bir kişinin ardından düzenlenen yuğ töreni, onun hayattaki dostlarının ve akrabalarının ona olan bağlılığını ve saygısını göstermenin bir yoluydu.

Siyasette Akrabalık ve Dostluk

Akrabalık ve dostluk bağları siyasetin de merkezindeydi. Kağanlık genellikle babadan oğula geçse de (veraset sistemi), bu mutlak bir kural değildi. Hanedan üyesi olmak kadar, güçlü boy beyleriyle (örneğin ayukı tabiriyle ifade edilen devlet meclisinin ileri gelenleri) kurulan sağlam dostluk ve ittifaklar, tahtın en önemli güvencesiydi. Bir kağan, akrabalarının ve and içtiği beylerin desteğini kaybettiği an, iktidarını da kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırdı. Bu nedenle, eski Türk devletlerinde liderlik, sadece savaş becerisi değil, aynı zamanda bu karmaşık ilişkiler ağını yönetebilme ve sadakati sürdürebilme becerisi gerektirirdi.

Eski Türk devletlerinde akrabalık ve dostluk ilişkileri, toplumsal dokunun çimentosu, devletin ise temel işleyiş mekanizmasıydı. Kan bağına dayalı sadakat kadar, sözle ve antla kurulan gönül bağları da aynı derecede değerli ve bağlayıcıydı. Bu iki unsur, bireyleri birbirine, boyları devlete bağlayarak, Orta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarında asırlarca ayakta kalabilen güçlü bir medeniyetin inşasını mümkün kılmıştır. Bu anlayış, Türk kültür kodlarına öyle derinden işlemiştir ki, tarih boyunca kurulan tüm Türk devletlerinde ve modern Türkiye’de bile akrabalığa ve “dost canlısı” olmaya verilen değerin kökenlerini bu kadim gelenekte bulmak mümkündür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir